Harp Sabahı
Anne kucağında başlamıştı yolculuğu. Küçücük Anadolu şehrine geldiğinde de zannedildiği gibi olmamıştı hiçbir şey. Şimdi ezberinde tuttuğu cümleyi bir hamlede kısık bir sesle kağıttan okurmuşçasına söyledi yanındaki çavuşa: ” İstanbul siyasetinden kaçtık”
Bembeyaz yüzünde yeni yeni çıkan sakalları ona istediği korkutucu görüntüyü vermekten pek uzaktı. Tüm çehresi cılız sakallarıyla komik bile sayılırdı. Etrafına bakındı. Kimisinin henüz sakalının bile çıkmadığını görünce rahatladı. Suçlulukla karışık bir rahatlamaydı bu. Ama sonradan dünyanın tam da burasında kimsenin kimseye yaşını sormadığını öğrendiğinde daha da rahatlayacaktı.
Kalınca bıyıklı, kaba saba bir adam ardında birkaç çocukla belirdi kapıda. Çocuklar ellerinde açık yeşili andıran elbiselerle üzerine doğru yürüdüler. Oradaki herkesin eline elbiseler tutuşturulduğunda korkuyla karışık bir ürperti hissetti. Sol omzundan beline yürüyen ağrının aslında sadece yol yorgunluğu olduğunu tam da o anda anlamış fakat daha beterini henüz görmediğinden fazlaca ciddiye alıp evhamlanmıştı. Kanlıları tarafından pusuya düşürülmüştü de elideki tüfeği doğrultamayacak kadar halsiz kalmıştı sanki. Bıyıklı adam tamamen rasgele seçtiği otuz kadar çocuğun peşlerinden gelmesini emrettikten sonra çıktı. Sert bir matem havası esti, çocuklar çıktığında. Çavuşa baktı oradaydı. Nedensizce rahatladı.
O gece, herkes gibi uyuyamadı. Çavuşun neden çavuş olduğunu düşündü. Muhtemelen daha önce de savaşa katıldığı sonucuna vardı. Kendisi ilk kez katılacaktı. Bir insan öldürmek nasıldır diye düşündü durdu bütün gece. Sabaha doğru kabuslarla dolu uykuya dalmıştı ki aynı adam belirdi kapıda. Ardındaki çocuklar bu kez ellerinde tüfeklerle gelmişlerdi. Rasgele seçilen otuz kişiden biriydi bu kez. Sessizce başını öne eğdi. Tüfeğinden gözünü ayırmadan bıyıklı adamın emriyle yürümeye koyuldu.
Elleri titreyerek tutuyordu tüfeğini. Nişan almasının mümkünatı yoktu ya çavuşun arkasına takılıp yürümeye başladı. Kumandan olduğu artık anlaşılan bıyıklı adam durmadan bir şeyler söylüyor kendi kendine heyecanlanıyor ardından yatışıyordu. Düzlük sayılacak bir alanda kumandanın emriyle çavuş herkesi sıraya dizdi. Öne çıkan kumandan, garip bakışlar altında tüfeğin ucuna mermiyi nasıl süreceklerini gösterdi. Ardından altışarlı beş grup, biraz ötelerinde duran demir çubuklara doğru birer el ateş ettiler. Kimin ne vurduğu belli değildi ve o henüz mermiyi tüfeğin ucuna veremeden kumandan bağırınca tüfekler patlamıştı. Fakat soğukkanlılıkla alelacele mermiyi cebine koydu. Kumandan bol keseden “ aferin aslanlarım, aferin yiğitlerim” dağıtadursun onu fark etmemişti. Koğuşa dönmeden evvel bağırıp çağırmaktan usanmayan kumandanın “yarın cehpeye gideceksiniz” dediğini işitmemiş gibi yaptı.
Koğuşa döndüklerinde daha kalabalıktılar. Her zamanki gibi kalabalıktan kaçarak bir köşeye tünedi. Bu kez içinden kimseyle konuşmak gelmiyordu fakat solunda birden çavuş belirince de pek sevindi. Kocaman alanda sanki yer açmasına gerek varmış gibi sağ tarafa kayarak çavuşa yer verdi. O da cebinden çıkardığı iki adet yabancı marka sigaradan birini ona uzattı. Hiç içmemişti daha önce. Çavuş ona nasıl sigara içeceğini öğretti önce. Sonra sigarayı bir yabancıdan çaldığını anlattı. Hırsızlık kötüydü elbette ama ne işi vardı İngilizin bizim Trabzonda diye pekala ikna edici bir savunmayla ödedi sigaraları çavuş. Henüz hiçbir şeyin farkında olmadığını biliyordu ama ilk sigarasını bir tiryakinin sigarayı bırakmadan önceki son sigarası gibi korkarak ama hazzını sömürerek içiyordu.
Çavuş elindeki sigarayla oldukça dertlenmiş görünüyordu. Kendine dertli arkadaş edinmek adına “nerelisin sen?” diye sordu. “İsanbulluyum ben” dedi. “ama adapazarından geliyorum” Çavuş küçümseyici bir bakışla “öyle bakarsan hepimiz İstanbulluyuz be” dedi. Buna alındı aslında. Sonra yeniden ezber cümlelerle babasının saray entrikalarından kendilerini korumak için annesiyle onu adapazarına yollayışını hatırlayamayacak kadar küçük olduğu halde pekala öyküledi. “talebesin öyleyse?” diye sordu çavuş. Değildi. “demirci ustasının yanında çıraklık yapardım” diye cevap verdi. Sonra da ermeni olan ustasının ona yaptığı iyilikleri anlattı durdu. “beni cepheye göndermek istemediğinden sakladı” dedi utana sıkıla. Suçunu itiraf eder gibi korkak ama huzurluydu. “buraya gelen sağ dönmezmiş, ondan yani” diye sürdürdü “severdi beni ustam” Çavuşun önce gözleri büyüdü, sinirlendi ardından sakinleşince “niye geldin öyleyse sütoğlan” dedi. İşte bu ağırına gitmişti. Derhal kalkıp oradan ayrıldı. Yatağına yüzüstü uzanıp yarın olmasını bekledi.
Ertesi gün hiç kimseyle konuşmadı. Sabah erken saatlerde kumandan gelip oradaki herkesi dışarı topladı. Çıt çıkmıyordu ama herkesin dudağında belli belirsiz bir kıpırtı vardı.
“dikkat!” diye bağırdı biri.
Kumandan askerlere döndü: “ vatan size emanet yiğitlerim” dedi ve sustu.
Suspus olmuştu her şey. Başını kaldırdı. Uygun adım yürümeye başladı cepheye doğru.
Kaynak: gencyazi.com