ahşap ev
Akşamları Porsuk Çayının kenarında bisikletini sürer, zaman zaman bir ağacın gölgesinde oturur, yanında getirdiği kitabından elli sayfa kadar okur, hava kararır gibi olup akşam ezanı vakti yaklaşınca, ahşaptan yapılmış iki katlı dubleks evine geri dönerdi. Sadık Bey, öğretmen emeklisiydi. Eşi bundan dört yıl kadar önce vefat etmiş, Sadık öğretmen, bu kocaman evde tek başına kalıvermişti.
Evinin bahçesi adeta kocaman bir kedi yuvası gibiydi. Zaman zaman sayılarını hatırlamakta güçlük çeken Sadık öğretmen 10’a yakın kedi besliyordu. Her gün tek tek her biriyle ilgilenir, bir sıkıntıları var mı diye anlamaya çalışırdı. Haftanın bir günü ise kedilerin ihtiyaçlarını karşılamak üzere çarşıya iner, eve alınması gereken mutfak ihtiyaçlarını vs temin ederdi. Yaşadığı yer, şehrin en lüks semtindeydi. Sokaklarında günün belirli saatleri dışında pek insan bulunmazdı. Mahalle sakinleri sabahın erken saatlerinde sabah sporuna çıkar, parklarda ki spor aletleri sessizce sporlarını yapanlarla dolar taşardı. Kimileri ise yürümeyi tercih eder, evlerine hafif tempolu koşu ile geri dönerlerdi. Sonrasın da kadınlı erkekli her bir çalışan, evinin rızkını temin etmek için arabasına atladığı gibi iş yerinin yolunu tutardı. Ve doğayla örülü bu güzel yerde, günün en güzel saatlerini yaşamak, Sadık öğretmen gibi emeklilere veya henüz okul çağına gelmemiş, anneanne, babaanne veya bakıcılarının sorumluluğu altında olan çocuklara kalırdı.
Evi epeyce büyük olduğu için, temizliği ile baş edemeyen Sadık öğretmen haftada bir gün eve hizmetçi kadın çağırır, temizlik ve zaman zaman da yemek işlerini ona gördürürdü. Pazar ve çarşı gibi işlerini de kendisi halletmeye çalışırdı. Akşamları ise kendisini gramofona koyduğu plaklarla avutur, özellikle eşiyle severek dinlediği Zeki Müren şarkıları evinde yankılanırdı. Böyle anlarda gözyaşlarını tutamaz, duvarda asılı duran eşinin fotoğrafını uzun uzun seyre dalar, onun aziz hatırası, gözyaşlarını iyice arttırırdı.
Sadık öğretmen, eşini çok severdi. Ona karşı kalbinde her daim bir şefkat ve merhamet duygusu olmuştu, aşkıyla örülü…Vefatına kadar ki son ana kadar ‘Züleyha hatun’ diye hitap etmişti eşine, bazen ise ‘’Züleyham..’’ diye severdi onu. Ölümü çok ağır gelmişti. ‘’Nasıl dayanacağım onsuz bu hayata..’’ derdi eşi her aklına gelişinde. Anılar kalbini acıtmaya başladılar mı da artık dayanamaz kalkar bir abdest alır, yatsı namazını kılar, eşine dua edince acısı bir nebze diner, karşısında Züleyha Hatununu görmüş gibi olurdu. Bu da onu az da olsa rahatlatırdı. Ancak ahşap evin her yanı onun hatıralarıyla doluydu. Onu unutmak kolay mıydı? Hayatında olduğu süre zarfı içinde bir kez bile kalbini kıracak acı bir sözünü işitmemişti. En zor günlerinde en yakın arkadaşı, dostu, zaman zaman sırtını yasladığı annesi gibi olmuştu…
Olgun bir kadındı Züleyha hatun. Ömürlerinde ki en sarsıcı rüzgarlara karşı bile dimdik ayakta durabilmişti. Merhameti, sevgisi, ucu bucağı gözükmeyen ovalar kadar genişti. Sokaktaki çocuklar onu ayrı sever, ‘Züleyha anne’ diye hitap etmeleri ise bu yüzdendi. Sokakta ne zaman çaresiz bir hayvan görse içi giderdi. Sadık öğretmenin bahçesindeki kedilerin çoğunu zamanında o sahiplenmişti. Olmadık meselelerde ki çocukluğu, kimi konularda inatçılık göstermesi bile sevilmeye sebepti. Sadık öğretmene kedi sevgisini de o aşılamıştı.’’ Bizler, elbisesinin eteğinde uyuyup kalan kedisini rahatsız etmemek için cübbesinin eteğini kesip, yerinden kalkan Hz Peygamber’in ümmetiyiz.’’ Derdi.
Sadık öğretmen de gitgide Züleyha anneye benzemeye başlamıştı. Haftada en az iki kitap okuması, Mübarek gecelerde evlerinin hemen ilerisinde ki parkta oynayan çocuklara balon ve çikolata dağıtması bu yüzdendi. Pencerelerinin önündeki binbir çeşit çiçeği de sırf Züleyha annenin hatırası için her sabah uyandığında sulardı. Onun yaptığı gibi her birine birer isim takmış, günün muhasebesini onlarla yapar olmuştu. ‘’Bugün çok işimiz var güzeller. Kitapçı Rıza’ya uğranacak; Tekir’le Minnoş’un da hiç tadı yok birkaç gündür, onlar için Veteriner’e gidilecek. Mamalarını da bu sefer çokça almak lazım. Havalar soğuduğundan, eskisi gibi çıkamam artık çarşıya.’’ Şeklinde konuşmaları olurdu çiçeklerle.
Diğer yandan, Sadık öğretmen Züleyha annenin en sevdiği kediyi evinde besliyor, ona ayrı bir ilgi ve alaka gösteriyordu. Adı Tekir olan bu Ankara kedisi, Züleyha annenin en değerli varlıklarındandı.’’Bu diğerleri gibi değil sanki, daha bir hisli, daha bir narin.’’ Derdi. Tekir’de adeta bu sözleri onaylarcasına, Züleyha annenin ölümünün ardından günlerce mamasına ağzını sürmemiş, kendince ölüm acısını içinde yaşamıştı.
Diğer kedilere gelince, onlarında her biri Züleyha anneye karşı bir ilgi ve sevgi gösterirler, yanlarına geldiğini gören tüm kediler ona kendilerini sevdirebilmek için adeta yarışa girerlerdi. Züleyha anne de ‘’ Canlarım benim..Züleyha anneniz size mama mı getirmiş.. Alın bakalım güzellerim benim..’’ diye severdi. İşte bu tür sahneler, Sadık öğretmenin gözlerinin önüne geldikçe bu masum şeylere daha bir muhabbet besler olmuştu. O yüzden zaman zaman onun bu ilgisini aşırı gören komşuların: ‘’Ne gerek var Sadık hoca, sana mı kaldı bu kadar kediye kölelik etmek allasen. Sal gitsin sokağa hepsini, zaten alışık onlar orda burda yaşamaya. Uğraşmaya değer mi?’’ sözlerine aldırmaz: ‘’Onlar benim ahiret azığım üstadım.’’ Der, bu tür konuşmalara güler geçerdi.
Tekir ise, Sadık öğretmenin yanından hiç ayrılmaz, soğuk günlerde şöminenin yanındaki yatağına yatar etrafı seyreder, bir yandan da mırıldanır, Sadık öğretmene arkadaşlık ederdi. Bu hali zaman zaman Sadık öğretmeni gülümsetir.’’Ah be mübarek, kulluk görevimi nasıl da hatırlatıyor, beni kendine hayran bırakıyorsun. Gideyim bir abdest alayım da namazımı eda edeyim bari. Sana karşı mahçup olmayalım değil mi?’’ der küçük bir kahkaha atar, lavabonun yolunu tutardı. Tekir’in mırıltılarının boşuna olmadığını bilirdi. Her varlığın dünyaya gelişinin, Yaratıcı’yı anmak için olduğunu bildiği gibi…
Günler dingin akışında geçip giderken, bir Cuma gecesi, Sadık öğretmen, dinlenmek için uzandığı yatağından bir daha uyanamamıştı. Seccadesi hemen yanı başında serili kalmış, şömine sönmüş, Tekir sessizliğe gömülmüştü. Bu manzaraya şahit olan ilk kişi, temizlik için eve gelen hizmetçi kadın olmuştu. Belki de pencere kenarında açan çiçekler, bahçedeki kediler, bu trajediye şahit olan ilk varlıklardı. Her sabah olduğu gibi, sabah ezanı vakti çiçekler sulanmamış, kedilerin mama saati çoktan geçmişti.
Vefatın ardından birkaç hafta kadar, belirli aralıklarla kedilerle komşular ilgilenmiş, Tekir de diğer kedilerin yanındaki yerini almıştı. Ancak bu durum çok kısa sürmüş; serin bir kış günü ahşap evin önüne bir belediye aracı yanaşmış, kedilerin her biri araca konmuş ve kediler belediyenin hayvan barınağına götürülmüştü. Artık sahipsiz olan kediler hem Sadık öğretmenden hem de yıllardır yaşadıkları ahşap evden ayrılmışlardı. Bundan sonra kimse onlara Sadık öğretmen ve Züleyha anne gibi özenle bakmayacak, onlardan gördükleri sevgi ve ilgiyi kimseden göremeyeceklerdi. Pencerede ki çiçekler de çoktan solmuş, Züleyha annenin ve Sadık öğretmenin hatıraları da böylece birer birer ahşap evden silinmişti…
Kaynak: gencyazi.com